top of page

Anakronik Anadolu Modernitesi

  • Yazarın fotoğrafı: nevzatcapalov
    nevzatcapalov
  • 13 Şub 2014
  • 6 dakikada okunur

15. ve 16. yüzyıl aydınlanmacı felsefi ile, Rönesans ve Reform dizgesi ile, ve bu dizgeye eklemlenen Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi ile sosyal, kültürel, iktisadi ve siyasi olarak yeni bir akımın ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Çıkış itibariyle Batı dünyasına ait olan ve oturması için de hayli bedel ödenmiş, zaman harcanmış bu teorik ve pratik bütünselliği olan kavrama 'Modernite' adı verilmekte. Bu kavramın Türkiye'de bulduğu karşılıksa biraz daha karmaşık(Anadolu ve İslam toplumu refleksinin bu fenomene verdiği tepki nedeniyle.)

1923 Devrimi ve dönüşümü ile, ( Bu devrimin temeli Osmanlı'daki III.Selim ve II.Mahmut yenileşme hareketlerine dayanıyor. Hatta belki daha da öncesine, ilk bilim ve sanat denemelerine, Taküyiddin'in rasathanesine, , Katip Çelebi'nin Cihannüması'na, Müteferrika'nın matbaasına ve batıdan getirdiği yeni fikirlere kadar gidiyor.)

Bu dalga Comte, Hobes, Locke, Leibniz, Kant, Spinoza, Descartes okuyan elit azınlığın fikirleriyle yoğruluyor. Fransız Devrimi ve modernist değişim dalgası bu coğrafyaya da yayılıyor. Kısacası meşrutiyet sistemleriyle geç modernitenin Türkiye'ye uyum sağlama çabalarının ve yan etkilerinin hissedildiği 90 yıllık Cumhuriyet denemesiyle yaşadığımız şu güne ulaştık. (İttihat ve Terakki-Hürriyet ve İtilaf diyalektiği ile gelişen ve son bulan, Jön Türk Hareketiyle etkileşim bulan, 1. 2. Meşrutiyetle sisteme dahil olan ve yıllar süren modernleşme çabalarının tümü bu devrimsel dönemle kastedilen.)

Fransız Devrimi, yeni demokrasi hareketleri, devletin denetleyici aygıtlarının ve regülasyon erklerinin oluşma metotları gibi süreçlerle evrilen ve yön bulan bu kavramsal ve düşünsel modern yeni teori, Dünya'da 19. ve 20. yüzyılda sosyalist ve komünist rejimlerle diyalektiğini yaratmaktayken, bizler daha kavramın ilk modellemeleriyle 'Geç Modernite' düsturu altından, gecikmeli - anakronik bir biçimde buluşmaya çalışıyorduk.

Tüm bu sürecin sonunda modernite kavramı, yarattığı sosyalizm diyalektiğini de, oluşan kontrol düşkünü otoriter devlet mekanizmalarını da yıkıp postmodern bir siyasa, kültür ve sanat akımı yarattığı sırada bizim toplulumuz Kenan Evren anayasasını büyük çoğunlukla kabul etmeye ve bu gecikmiş postmodernist aşkın kültürel yaklaşımı destekleyebilecek aydın sol grupları yok etmeye çalışmaktaydı 'netekim'.

İşte Türkiye'de yer bulamamış yeni sol ve yeni bir dünya anlayışını Türkiye'ye yansıtabilecek, diyalektiğinde sağcı liberal oluşumları da besleyebilecek ve ideolojisinden ve kitlesinden çok bireye yönelebilecek yeni akımlar yaratacak düşünsel, okumuş, eğitimli kesim devlet eliyle yok edilince, Türkiye'nin modernite ve ötesindeki post-modern değişim süreci tonton amca Özal ve darbe sonrası hükümetlerinin vizyonuna bırakılmıştır.

Maalesef bu anlayışta da kültürel, ideolojik, yenilikçi vizyoner bir yandan çok, halkın tam anlamıyla demokrasiyle ilk tanışıklığının ürkekliğinden yararlanan, din efekti yüksek ve daha çok yenileşmenin sadece iktisadi alanına yönelik (Bu alanda, ekonomik sistemimizi de dönüştürerek kısmen başarılı olduğunun hakkını vermek gerekir, en azından alt yapı sorunları yüksek olan bir ülkenin teknik yatırımları ve yeniden inşasında başarılı bir dönüşüm sürdürülmüştür.) , düşünsel bazda ve kültürel bazda gerici sayılabilecek ögeleri besleyen eğilimler mevcuttu.

Tüm aksaklıklarına rağmen askeri vesayet sisteminden kısmen kurtulup halkın kendi tercihlerini yapabilme dönemine girdiğimiz dönem de, hakkını vermek gerekir ki bu dönemdir. Ve iyisiyle kötüsüyle bu değişim ve dönüşüm dönemi, yapısalcılıktan post-yapısalcılığa geçiş denememiz günümüzde de sancılarını derinden hissettiğimiz üzere sürüyor ve sürecek…

Bizler Özal ve ANAP ile liberalizm ve daha ötesi neo-liberalizmle yeni tanışıyor ve kaçırdığımız, ıskaladığımız sosyal ve siyasal fenomenleri, gecikmelerimiz bedellerini de ağır bir şekilde ödeyerek, umutsuzca yakalamaya çalışıyorduk.

Bu kovalamaca malesef sandığımızdan daha uzun ve yorucu. Bu kovalamaca sadece iktisadi konjenktürel gelişmelere indirgenemeyecek kadar kompleks. Bu kovalamaca kültürel olarak ikiye bölünmüş(Gezi sürecinde daha da net şekilde anlaşıldığı üzere), yaşamsal fonksiyonları açısından ontolojik bir ayrıma girmiş kitlelerle sürdürülemeyecek kadar zor.

Batı dünyasının kendi dini fenomenleri olan Hristiyanlık'ın ‘’Baba-Oğul-Kutsal Ruh’’ üçlemesinden öykünerek analoji yaptığı ve siyasa sistemine aktardığı ‘’Yasama-Yürütme-Yargı’’ üçlemesi, öyle anlaşılıyor ki Ortadoğu ve Anadolu toplumlarında tam anlamıyla karşılık bulanmıyor ve dirençle karşılaşıyor. Spesifik olarak Anadolu'ya baktığımızda da yeniliğe, çok sesliliğe, daha fazla özgürlüğe, çok renkliliğe yüzyıllar boyu sürekli bir direnç gösterildiğini görebiliriz.

Belki de Batı Pozitivizmi ile ve Doğu Oryantalistliği arasında düşünsel bazda bir zıtlık olmasıyla birlikte daha derinlerde, toplumsal bilinçaltılarında genetik bir kod uyumsuzluğu da söz konusu.

Sonuca varmaya çalışırsak ; geç kalmış modernite ona eklemlenen ve yine geç kalmış postmodernite evreleri malesef toplumsal kırılmalarımızı tamir etmekten ziyade bu kırılma ve ontolojik ayrımları arttırdı.

Ortada kendisini Kent soylu diye tanımlayan iktisadi bolluk içinde bir kitle, düşünsel bazda batıcı olan ve iktisadi bolluğu daha sınırlı orta sınıflar ve bu iki batı düşüncesindeki toplumsal yapının katı ve sert muhalifi köylü, işçi, ezilen kitleler arasındaki varoluşsal uçurum oluştu.

Burada ilginç tespitlerden biri de batı toplumlarında zaman zaman ilerici ve yenilikçi hamleleri göze çarpan, kültürel değer üretebilen, yeni sosyal demokrasi hareketlerine evrilebilen, sistemin finansal erklerine kafa tutan işçi ve sosyalist sınıfın da Türkiye'de işlevinin düşük olduğu.

Hatta zaman zaman bu kesimin düşünce ve pratiklerinin liberal sağ-muhafazakar sağ kitlesinin düşünsel akımıyla örtüşüyor olduğu gerçeği. Sınıfsal atlamalarını geç modernitenin determinist ve tepeden inmeci etkisiyle Cumhuriyet Devrimleri’yle yapmaya çalışan ama çok da olumlu bir sonuç elde edemeyen, 'Ben bilirimci' anlayışla 90 yıla yakın yönetilen, içinden çıkan liberal akımların bile dünya perspektifinde otoriter sayıldığı, kültürel değer üretmede de zorluk yaşayan toplumların sosyalist eğilimli tabanlarının nasıl işlevsizleşebildiğini, bu sayede öğrenmiş oluyoruz.

Yine bu iki diyalektik kanadın ( -Kentsoylu Kesim : İktisadi olarak devlet imkanlarından yararlanan, kültür üreten, okumuş kesim, ama aynı zamanda ülkenin kümülatif iktisadi birikimlerinin de bir şekilde kendilerine aktığı kesim, imtiyazlı burjuvalar. – Köylü, İşçi, Orta-Alt Sınıf Anadolu Kesimi : Daha ezilmiş hisseden, daha az eğitim olanağı bulmuş, hayatının temel değeri din ve arabesk kültür olan veya olmak zorunda bırakılan kesim.) modernite- muhafazakarlık mücadelesinde son evrede olduğumuzu düşünmek beni korkutuyor.

Türkiye'de bu ontolojik ayrımın nasıl sonuçlar üreteceği önümüzdeki günler ve aylarda daha da keskinleşecek toplumsal hareketlerle görülebilecektir. Bu hareketlerden biri olan 'Gezi' Hareketi de bu bağlamda ele alınabilir. Tüm Anadolu'ya yayılan eylemlerle birlikte, öncelik hareketin merkezi Taksim'i ele alırsak, orta -üst sınıf kişilerin, kadın erkek ayrımı yapmadan, finansal durumlarının olumlu olmasına aldırmadan(Burada geç modernite sorunlarından sadece ufak iktisadi başarılarla sıyrılamayacağımızı daha iyi anlamalıyız diye düşünüyorum. Düşünsel, kültürel bazda gerçekçi reformlar olmadan elde edilen iktisadi kalkınma gerçek aydınlanma ve gelişme değildir. Başbakanın '' Yol yaptım, metro yaptım, burs bağladım. Sizin hala derdiniz ne ? '’ şeklindeki düşüncelerinin yanılgısı da tam bu noktadadır.), düşünsel bazda geriye gittiklerini düşündükleri ülkeleri için bir meydan savaşına girebildiklerini gördük. Bu da Türkiye’yi, çıkmış olduğu siyasal ve sosyal yolculukta yepyeni bir mecraya ve yepyeni bir söylev ve retorik geliştirebilen yeni bir muhalefete taşıyor…

Gezi Hareketinde bulunan kişilerin çoğunluğu yüksek öğrenim görmüş, iş sahibi insanlar veya hala öğrenimine devam eden öğrenci kitleleriydi. Ak Parti tabanı ise bu harekete yine kendi meydanlarında milli değerler, muhafazakarlık, islam ve tek adam arkasında toplanma refleksleriyle cevap vermiştir. Yerel seçim sonuçları da bu mevzilere çekilme şeklinde devam eden savaşın ontolojik ayrımı arttırdığını, Türkiye'nin yüzde ellisinin diğer yüzde ellisinden çok net görüş farklılıklarıyla ayrıldığını gözler önüne sermektedir.

Bu mevzilere çekilme evresinin herhangi bir siyasi konuda yine şiddet, nefret ve tepkisellik yaratabilecek bir forma dönüşmesi hiçbirimiz için şaşırtıcı olmayacaktır. Zaman, geç modernite ve yine henüz tam olarak içselleştiremediğimiz geç post-modernite kavramının kalıcı hasarlarını, toplumsal dinamikler yoluyla hepimize hissetirecektir.

Geri kaldığımız gerçek dünyaya erişmenin yolu bu uçurumu kapamak, hatta onların şu anki gerçekliğinden daha vizyoner ve ilerici bir düşünce ileriye sürebilmek ve bir fenomen yaratmaktır fakat bu karşılığın ve potansiyelin ülkemizde bulunup bulunmadığı tartışılması gereken bir olgudur.

Geç modernite ve belki de geç olarak bile tam anlamıyla ulaşamayacağımız post-modernite her alanda bizlere bedel ödetmeye devam ediyor ve edecek. Bu değişim dinamikleri iyi okuduğumuzda, kültürümüzdeki tuhaflıkları da daha iyi irdeleyebileceğiz.

Neden Recep İvedik gibi kaba ve arabesk içerikleri olan bir filmin ülkemizde altı milyon kişi tarafından izlediğini, neden evlilik programlarının ülkemizde bu kadar tuttuğunu ve neden kaliteli sanat filmlerinden kitlesel olarak haberimiz bile olmadığını, ve daha bunun gibi yüzlerce örneği irdeleyebileceğiz.

Mesele iyi-kötü, doğru-yanlış dayatması değil. Mesele bir sanat, kültür veya yaşam tarzı dayatması da değil. Bu eksik bir modernite dayatması olurdu ki yıllardır içinde bulunduğumuz melodram zaten tam da bu. Mesele olgusal olarak Türkiye toplum yapısı hakkındaki kavramsal veriler ve bunların doğru analizleri.

Son olarak , bu veriler önümüzdeki dönem için büyük toplumsal kırılmalara işaret etmekte. Altından kalkılamayacak kadar sert toplumsal kırılmalara.

Konuyla ilgili alıntılar ;

'' Türkiye'nin Tanzimat'tan beri çektiği asıl sıkıntı çağdaşlaşma anakronizması diye tanımlanabilir. Bu, Batı'nın ürettiği zihinsel, siyasal, toplumsal kurumları eşzamanlı değil, gecikmeli olarak uygulamak veya onları ikame edecek mekanizmaları ihtiyaç anında orijinal olarak üretememek demektir. ''

Hasan Bülent Kahraman, ‘’Postmodernite ile Modernite Arasında Türkiye’’

'' Devlet, bir yandan merkezi planlamayla hem yeni düzeni sağlam ve akılcı bir zemin üstüne oturtacak, böylelikle pozitivizmin bir gereğini yerine getirecek, bir yandan da bilgiyi elinde bulunduranların ona dayanarak geliştirdikleri otoriter tutumlarını kendisiyle bütünleştirmesine olanak sağlayacaktır. Bu tavır, ister kapitalist blokta olsun, isterse artık iflas etmiş sosyalist blokta, aynı amaca yönelir ; toplum mühendisliği ''

Jürgen Habermas, ‘‘The Philosophical Discourse of Modernity’’

(Yazının içinde ‘‘Gezi Olayları’’ndan bahsettik. Gezi Olayları’nın sosyolojik, kültürel ve sosyoekonomik yanlarının araştırıldığı güzel bir akademik çalışma var. ‘’Gezi Raporu’’ adlı bu çalışmaya ; http://www.konda.com.tr/tr/raporlar/KONDA_GeziRaporu2014.pdf, linkinden ulaşılabilir.)

Commenti


bottom of page