top of page

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Geleceği

  • Yazarın fotoğrafı: nevzatcapalov
    nevzatcapalov
  • 4 May 2018
  • 4 dakikada okunur

Demokrasi kavramı, Demos” (halk) ve “kratos” (egemenlik) kelime kökenlerine dayanan, ilkokulda 'halkın kendi kendisini yönetmesi' diye ezberletilen, kısaca 'Halkın egemenliğine dayalı yönetim sistemi' olarak tanımlayabileceğimiz bir sistem ve devlet yönetim paradigması olarak tanımlanabilir. Öncelikle tartışılması ve üzerinde durulması gereken soru şu, 'Demokrasi en ideal yönetim sistemi midir ?'. Demokrasi kelimesine gerek politik aktörlerin söylemlerinin, gerek devlet yönetim sistematiği ve çeşidi olarak tartışılmaz üstünlüklerini hala sürdürüyor olan ulus devletlerin, gerekse 80 ve 90'lar sonrası hortlayan neo-liberalizm ve küreselleşme olgularının yüklediği kutsal misyon nedeniyle neredeyse tüm dünyada ve neredeyse herkes tarafından 'kutsal bir mit' gözüyle bakıldığını söyleyebiliriz. Evet teokrasiden, oligarşiden, aristokrasiden daha iyi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz ancak önümüzdeki dönemlerde de şu anda olduğu gibi 'kutsal bir mit' olarak kabul görmeye devam edecek mi bunu bilemiyoruz. Avrupa ve Amerika'da hatta Çin'de 'vatandaşlık puanı' ve 'bireyin toplumdaki ağırlığına göre oy oranı belirlenmesi' gibi veya bir kişinin birden çok adayı oranlara bölerek oylaması gibi(Oyunun yüzde 75'ini bir adaya kalan yüzde 25'ini başka bir adaya bölüştürmek gibi) ilginç alternatif fikirler tartışılmakta.(Özellikle Brexit, Trump, Marine Le Pen, Neo Nazism gibi beklenmeyen ve distopik yükselişler sonrasında) Zamanın akışı ve toplumsal değişimler demokrasi, ulus devlet, cumhuriyet, serbest seçim biçimlerini de kendi gidişatı içinde revize edebilir.

Gelelim 50 gün sonra gerçekleşecek olan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimlerine. Türkiye önümüzdeki seçimlere bir demokrasi ve serbest seçim biçimi tartışması içerisinde gitmiyor. Aksine Türkiye ontolojik bir tartışma yürütüyor ve oylanacak ideolojik alternatifler bir varlık yokluk perspektifine indirgenmiş şekilde ölüm-kalım savaşı verircesine kampanya yürütüyor. Bu noktada da yıllardır seçimleri kazanan bir lider ve hareket(Ak Parti Erdoğan) ile yıllardır özgül ağrılık bakımından oldukça büyük bir hacim kaplamasına rağmen, hatta ülkenin kurucu paradigmasının ve müesses nizamının bizzatihi kendisi olmasına rağmen bunu oy oranına ve çoğunluğa yayamamış-yansıtamamış bir hareketin(Cumhuriyet Halk Partisi) öncülü olduğu bir rekabete tanıklık ediyoruz.

Bu noktada temel olarak şu soruyu ortaya atmayı mantıklı buluyorum ve bu sorunun cevabının da Cumhuriyet Halk Partisi'nin Cumhurbaşkanı adayı belirleme süreci ile de bir kez daha okunması gerektiğini düşünüyorum.

Soru temel olarak şu ; 'Serbest seçimler, Türkiye sosyolojik toplum yapısı (Geçiş toplumu, geç kapitalist üretim ilişkileri toplumu, din-tarım toplumu arkaik altyapısı, Köy-Kent nüfus dengesini ancak kurmuş veya kurmakta olan bir göç ve bu göçün oluşturduğu büyükşehir gettoları dinamiği, patrimonyal -otokratik-monarşik rejim geçmişi, tarikat ve aşiret gibi feodal yapıların hali hazırda etkin olduğu bir topluluk sosyolojine kayış eğilimi, lider kültü yaratma-tapınma geleneği, 2002-2018 yeni orta sınıfın pragmatik ve ekonomik öncelikleri) göz önüne alınıp okunduğunda en ideal, toplum için en faydalı, en dürüst, en başarılı, en mantıklı, en makul, en standart dışı, ülkenin vizyonu açısından en ilerici-gelişmeci lideri mi seçmeye mi yarar yoksa toplum ortalamasının ve çoğunluğunun kendiyle özdeşlik kurduğu, en pragmatik, en ortalama ve 80 milyonun rafine bir özütü olan bir lideri mi seçmeye mi yarar ?'

Muhalefet bu soruya bulduğu cevaba göre bir strateji belirlemeli. Muhalefetin yönlendiricisi konumundaki Cumhuriyet Halk Partisi bu soruya 'ideal' bir bakış getirirse ve 'biz bir hayal kuruyoruz, gerçekliği olmasa da' derse aday önerim Cem Boyner gibi biri olabilirdi. Zengin, bilgili, karizmatik, hitabet yeteneği yüksek, yurtdışı reputasyonu oldukça iyi, yabancı dil bilen, kaliteli yaşayan, aklımızın alamayacağı bir sermayeye sahip, ilerici-demokratik fikirleri olan, ılımlı, kendisi kadar karizmatik-tatlı bir eşi de var...

Cem Boyner böyle bir öneriye ikna olmuş olacak ki bu denemeyi 1994 yılında yaptı, elde ettiği sonuçlar için : Yeni Demokrasi Hareketi ( http://www.secim-sonuclari.com/yeni-demokrasi-hareketi.parti) Başka ''elit'' isimler önerirsek sonuçlar değişecek mi-değişti mi ? : Deniz Baykal, Önder Sav, Kemal Anadol, Birgül Ayman Güler, Necla Arat, Nur Serter, Canan Arıtman, Onur Öymen, Emine Ülke Tarhan, Ümit Kocasakal...

Bu denemenin nesnel şartlarının Türkiye için henüz oluşmadığını ve serbest seçimler açısından bir karşılığı olamayacağını düşünüyorsa bu sefer ideolojisinden, sekterliğinden bir miktar taviz vererek rakibinin pastasından oy çalmaya çalışacak ve kurucu paradigmasının kapsamının dışından isimlerle yeni bir stratejiye yönelecektir ki 2010'dan itibaren Kemal Kılıdaroğlu'nun genel başkanlığıyla bu dönemi yaşıyoruz ve kısmi de olsa bir oy artışına ve kitleselleşme eğilimine de rastlıyoruz.

Denenmeyen bir alternatif olarak Kürt siyaseti ile yakınlaşma ve 'demokratik halkların yakınlaşması' manifesto sayılabilir. Cumhuriyet Halk Partisi'ni 60'lar ve 70'lerde olduğu gibi Doğu'dan da oy alabilir kılma, halka yakın adaylar yer verme ve bu yönde bir ideolojiyle sert sol bir ekonomi politikaya kayma eğilimi sayılabilir. Fakat bu eğilimin Türkiye'de karşılık bulma olasılığı bir yana Cumhuriyet Halk Partisi tabanında karşılık bulması bile mucize, zira bu eğilim HDP ile de yakınlaşmak demek aynı zamanda. Sezgin Tanrıkulu, Murat Karayalçın, Hikmet Çetin gibi isimlerle bu denendi ama parti içinde ayrı bir ideoloji-fraksiyon kırılması yaratamadı, bazı bariyerler aşılamadı, dahası müesses nizam bu denemelere sert tepkiler verdi.

Peki Cumhuriyet Halk Partisi, önümüzdeki kritik seçimleri de aklımızda tutarak düşünürsek ne yapmalı veya ne yapmalıydı ?

CHP öncelikle şuna karar vermeli. Parti, Erdoğan'ın Ak Partisi veya Özal'ın Anavatan'ı benzeri bir 'farklı eğilimlerin buluşma noktası' mı olacak yoksa belirli ve tavizsiz bir paradigmanın ısrarcı uygulayıcısı mı olacak ?. Bu noktada stratejinin rakibe göre de esnemesi gerektiği de göz ardı edilmemeli ve CHP'nin karşısında Erdoğan gibi pragmatik, esnek, başarıyı önceleyen ve makyavelist bir liderin olduğu gerçeği akılda tutulmalı. CHP eğer sekter-sert-tavizsiz bir ideoloji dayatırsa(2002-2010 Baykal Dönemi), halkta oy oranı karşılığı yüzde 22 oluyor. Daha merkez sağ-merkez sol karşımı ve biraz daha popülist dönemde de oy oranının yüzde 26, 27'lik oranları zorladığı görülüyor.

Özetle CHP iki strateji arasında sıkışmış durumda. Tabanının Kemalist/laik/sekter kanadının tam önerdiği katı bir form ile 'genel seçimler bir toplumsal eğilim indikatörüdür' deyip halkın farklı kesimlerine dokunabilir bir adayla iktidara ciddi anlamda rakip olabilme ihtimali arasındaki ikilemini aşmaya çalışıyor. Bundan sonraki süreçte Cumhuriyet Halk Partisi vizyonunun hangi aksa kayacağı merak konusu. Daha da merak konusu olansa tabanının bu eğilimi ne kadar kabullenebileceği. Yine de umut etmeliyiz ki, CHP bu ikilemden anlamlı bir sentez çıkarabilsin.

 
 
 

Comments


bottom of page